Anılar Işığında Ali Şükrü Bey Olayı
Meclis Başkanı Ali Fuat Cebesoy Paşa olayı
anılarında şöyle yazmıştı: ‘’Giresun
Alayı Komutanı Osman Ağa’nın alayından birkaç bölük, Başkomutan Gazi Mustafa
Kemal Paşa’nın kaldığı köşkle çevresindeki tamamlayıcı binaları korumakla
görevlendirilmişti. Bu nedenle Osman Ağa’nın hem Ankara içinde Samanpazarı’nda
bir evi vardı, hem de Çankaya yakınında Ayrancı bağlarında Papazın Bağı adıyla
tanınan bir bağ ile binası ona verilmişti. Ali Şükrü Beyi, 26/27 Mart akşamı
saat, 16.00’dan sonra adamlarından Mustafa Kaptan aracılığı ile
Samanpazarı’ndaki evine çağırtmış, orada Mustafa Kaptan’a katılan öteki
adamları ile birlikte boğdurtmuş olduğu gerçekleşmişti. Karanlık bastıktan
sonra ölüsünü bir sandık içinde çevredeki Mühye köyüne gönderterek gömdürmüştü.
Kendisi de Papazı Bağı’na çekilerek sonucu beklemeye başlamıştı. Osman Ağa ile maiyetinin
katil oldukları anlaşılınca yakalanmaları önemli bir konu olmuştu. Çünkü
alayına bağlı bölükler Gazi Paşa’nın koruyucuları idi. Osman Ağa’nın
yakalanmasından bir gün önce Mustafa Kemal Paşa’nın önünde yapılan bir bakanlar
kurulu toplantısında Ağa’nın Muhafız Bölükleri, Meclis Muhafız Taburu ile
değiştirilerek Ağa’nın Muhafız Taburu tarafından yakalanıp adliyeye teslim
edilmesine, köşkteki muhafızların değiştirilmesinden önce Gazi ile eşi Latife
Hanım’ın köşkten istasyondaki binaya inmelerine karar verilmişti. Gazi, eşi ile
birlikte yemeğini Çankaya Köşk’ünde yedikten sonra gizlice ve kimsenin gözüne
batmadan istasyona inmiş, ondan sonra muhafızların değiştirilmesine ve Osman
Ağa ile maiyetinin tepelenmesine başlanmıştı.’’[1]
‘’Kuşkular,
yüzde yüz Çankaya'nın Muhafızı, Giresun Alayı'nın kahramanı Yarbay Topal Osman
üzerinde toplandıktan sonra, bu işin çözümünü bir onur sorunu yapan Bakanlar
Kurulu Başkanı Hüseyin Rauf'un buyruğuyla Topal Osman'ın en içten adamı, el
altından Polis Müdüriyetine götürüldü:
-
Kaptan, sen de Meclis'in Muhafızlarından sayılırsın, şu işte bize yardım et!
Baksana, Ali Şükrü Bey'i bir türlü bulamıyoruz! Ankara gibi bir yerde nereye
gider? Sen, ne dersin bu işe?
Mustafa Kaptan, ilkin hiçbir şey bilmediğini
söylediyse de biraz gözdağı verilince, ağzından baklanın ucunu çıkarmaya
başladı:
-
Vallahi, benim bildiğim, Osman Ağa, Ali Şükrü Bey'i evine yemeğe çağırmıştı !
Salı akşamı, Ağa'nın buyruğuyla ben Ali Şükrü Bey'i eve götürdüm. Ama, bir
kötülük filan yoktu. Ağa, öteden beri Ali Şükrü Bey'i sever. O akşam da kapıdan
karşıladı.
Buyur
etti: ‘Hoş geldin, safa geldin; çoktandır beni unuttun! Göreceğim geldi. Böyle
hemşehrilik olur mu? Evim senin... Biz, kardeş sayılırız, Ali Şükrü Bey’ diye
içeriye aldı. Sofra da kurulmuştu. Herhalde, yediler içtiler. Ali Şükrü Bey,
ondan sonra nereye gitti, bilmiyorum.’’[2]
Ali Şükrü Bey’in kayboluş hikayesiyle
ilgili Mahir İz ise şunları yazmıştı: ‘’O
zamanki söylentiye nazaran, Merkez Kıraathanesinde buluştuktan sonra Topal
Osman’ın daveti üzerine nargile içmek için Samanpazarı’ndaki evine gitmişler.
Odaya girildiği zaman orta yerde tabure gibi küçük bir şey ve karşılıklı
arkalıksız örme iki sandalye bulunuyormuş. Osman Ağa, kapıya bakan iskemleye
geçmiş ve Ali Şükrü Bey’e de karşısındaki iskemleyi göstermiş. Oturmuşlar,
lakırdıya başlamadan önce hazırlanan iki nargile gelmiş. Bir taraftan nargile
fokurdatırken, diğer taraftan da sohbet başlamış. Tam bu sırada kahveler
getirilmiş. Ali Şükrü Bey, kahve fincanını eline alır almaz, Kara Donlu Çete
efradından dördü yağlı ipi Ali Şükrü Bey’in o eğilmeyen başına geçirmişler. Ali
Şükrü o esnada: ‘Osman! Yaktın beni! demiş ve bir eliyle oturduğu iskemlenin hasırlarına
can havliyle o kadar kuvvetle sarılmış ki, naşının avucunda o hasır parçaları
görülmüş.’’[3]
Bu olayı bir de dönemin önemli
isimlerinden biri olan Kazım Karabekir’den dinleyelim: ‘’Ne kötü tesadüftür ki, bugün Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey'in ortadan
kaybolması ve bunun da Mustafa Kemal Paşa'nın muhafız taburu komutanı Topal
Osman Ağa'nın bir cinayeti olarak ortaya yayılması, Ankara havasında bir
samimiyetsizlik ve itimatsızlık uyandırmaya sebep oldu. Yeni intihaba karar
verildiği bir günde, Ankara' da matbaa açmış ve gündelik bir siyasi gazete
çıkarmaya başlamış bulunan bir muhalif mebusun ortadan yok edilmesi çirkin
olduğu kadar tehlikeli bir işti. Bunu muhalif mebuslar, doğrudan doğruya
Gazi'den biliyorlar ve tevkif müzekkeresi çıkarmaya kadar da ileri gidiyorlardı.
2 Nisan sabahleyin ikamet ettiği daireden
Başvekil Rauf Bey, Müdafaa-i Milliye Vekili Kazım Paşa telefonla yaverime şunu
yazdırmış: ‘Bugün saat 6'dan beri Çankaya'da Gazi'nin köşkü civarında Muhafız
taburuyla Osman Ağa taburu arasında müsademe başladı. Osman Ağa ve en kıymetli
heyeti maktul düşmüş. Gazi, Latife Hanım ile birlikte istasyonda Rauf Bey'in
yanında. İsmet ve Kazım Karabekir Paşaların da gelmelerini istiyorlar.’ Derhal
gittim. Gazi'yi çok müteessir buldum. Muhafız Nizamiye taburunun kendi
dairesini delik deşik ettiklerini anlattı. ‘Neticede Osman Ağa taburuyla
anlaşır mı?’ diye endişe ediyorlardı. Kars'tan gönderdiğim bu bin kişilik
Giresun taburunun talihinin sonunu böyle görmek beni çok müteessir etti. 14
Ocak günü trenle Bursa'ya ayrıldığımız gün Gazi’nin Cevat Abbas Bey'e, Ali
Şükrü Bey ve matbaası hakkında söylediği şiddetli sözler ve benim kendilerini
teskinim gözlerimde canlandı. Bu aralık Muhafız tabur komutanı İsmail Hakkı Bey
geldi. Gazi, endişesini ona da söyledi ve ‘taburundan emin misin?’ diye sordu.
O da emin olduğunu söyledi. Nihayet mesele birçok masumun ölümü ile
neticelendi. Ali Şükrü Bey'in cesedi de ertesi gün ortaya çıktı. Ali Şükrü Bey
de telefon telleriyle boğulmuş ve Çankaya gerilerinde bir yere gömülmüş. 4
Nisan'da Ali Şükrü Bey'in cenazesi İkinci Grup’un elleri üstünde Meclis
kapısına getirildi ve ‘ikinci kurban gidiyor!’ diye haykırışmalar oldu.
Akşamüstü de Millet Meclisi’nin kararı ile Topal Osman’ın cesedi Meclis binası
önünde asıldı.’’[4]
Ali Şükrü Bey’in en son Mustafa Kaptan’la kahveden ayrılmasının tespit edilmesi üzerine Tahkik Heyeti Osman Ağa’nın evini aramıştı. Osman Ağa, heyeti çok iyi karşılamış, olayla ilgisinin olmadığını ifade etmiştir.[5] Bununla beraber minder üstündeki kahve lekeleri ve kırık iskemle heyetin gözünden kaçmamıştı. Yine Tahkik Heyeti, Osman Ağa’nın komşusunun da ifadesini almıştı. Komşusu gece canavar gibi sesler işittiğini, arada sırada ‘’ ah yandım anam, yapmayın, Allah aşkına yapmayın’’ seslerini duyduğunu ifade etmişti. Ertesi gün Osman Ağa, ifade veren kadınları çağırmış, olayı yanlış anladıklarını, iki adamın o gece sarhoş olup eve geldiğini, kendisinin onları dövdüğünü söylemişti. Yapılan tahkikatta Osman Ağa’nın cinayet gecesi hizmetçisini de bir iş bahanesiyle evden uzaklaştırdığı anlaşılmıştı.[6]
Beklenmeyen Son: En Sert Muhalifin Ölümü
Kısa süre içinde Ali
Şükrü Bey’in cesedinin bulunmasıyla ilgili tafsilat gazetelerde yer almıştır.
Belirtildiğine göre Ali Şükrü Bey’in cesedini bulmak için bir müfreze ile yola
çıkan jandarma zabiti Kemal Bey, Mehye Köyü’nü geçtikten sonra arka yolda bir araba
izine rastlamıştı. Yolu takip eden Kemal Bey, arabanın aynı yoldan geri
döndüğünü fark etmişti. Kemal Bey, arabanın izlerinin bittiği yerde ayak
izlerinin olduğunu görmüş ve bu izleri takip etmişti. Mehye Köyü’nün doğusunda
Dikmen Deresi’nin başladığı yerde, kum tanelerinin sertken birden yumuşadığını
fark eden Kemal Bey, yere baktığında bir sineğin havalandığını görmüştü.
Toprağın yumuşaklığının ve mevsimi olmamasına rağmen bir sineğin o noktadan
kalkmasından şüphelenerek bu noktanın kazılmasını emretmiş fakat kazma
bulunmadığı için atların üzengileriyle kazılmıştı. Beş dakika sonra bir torba
ucuyla Ali Şükrü Bey’in botları meydana çıkmıştı. Yarım metre derinlikte
gömülmüş olan Ali Şükrü Bey’in cesedi ise baş aşağı konulmuş paltoya sarılarak
beyaz bir hastane torbasının içinde gömülmüştü. Mehye Köyü’ne gidip Ali Şükrü
Bey’in cansız bedenini gören Vatan gazetesi
muhabirinin ilk izlenimleri ise şöyleydi:
‘’Dün
Mehye karyesine giderek, köyün camiine nakil edilmiş olan cesedi bizzat gördüm.
Hakikaten tüyleri ürpertecek derecede feci bir manzara arz ediyordu. Na’ş bir
paltoya sarılmış ve üzerine bir battaniye örtülmüş idi. Ayakları bir iple
bağlanmış, baş tarafında da kan lekeleri nazara çarpıyordu. Örtü tamamen
kaldırınca evvela ayakları meydana çıktı.. Parmağında yüzüğü bulunduğu halde,
sağ el göğsü üzerinde, sol el de bükülerek altına sokulmuş idi. Avucundaki
sandalye hasırları ve yırtılan ceketi merhumun sû-i kasd esnasında tahlis-i
nefs için çabaladığına delâlet ediyordu. Boğazındaki çifte ip, başında görülen
iki kırmızı iz, on santimetre umkundaki yara, merhumun boğulduğunu, pek bariz
bir surette gösteriyordu.’’
Osman Ağa ise bu sıralarda kendisinden
emin bir şekilde Ankara sokaklarında geziyordu. Öyle ki, Meclis müzakerelerini
dahi takip etmiş Mecliste Hüseyin Avni Bey, cinayetten sorumlu olanların ister
hoca, ister hacı, ister paşa olsun yok edilmesi gerektiği sözlerini haykırırken
Osman Ağa kendini tutamayarak salonun kapısından birkaç adım içeri girmişse de
İstanbul Mebusu Şükrü Bey, kolundan tutarak dışarı çekmişti. Şükrü Bey
kendisine, şayet Ali Şükrü Bey’i öldürmüşse çok kötü bir şey yapmış olduğunu
söylemiş Osman Ağa ise olayla ilgisi olmadığını ifade etmişti.[7] Fakat Osman Ağa şüphelerin
kendi üzerinde toplandığını fark edince yaklaşık yüz adamıyla birlikte, Papazın
Bağı denilen yere sığınmış ve ortadan kaybolarak olayların seyrini beklemişti.
3 Nisan tarihli Hakimiyet-i Milliye gazetesi cinayete dair henüz resmi bir malumat
olmamakla beraber, Giresunlu Osman Ağa’nın evinde meydana geldiğinin
anlaşıldığını ifade etmişti. Gazetenin belirttiğine göre, Ali Şükrü Bey’in
kaybolduğu gece Osman Ağa’nın evinden acı sesler gelmiş evin altında oturan
kiracılar korkarak komşularına sığınmışlardı. Ertesi günü Osman Ağa bu
kiracılara, ne için korkup kaçtıklarını sormuş, ‘’umumhaneye gidip
terbiyesizlik eden iki askeri dövdüğünü söyleyerek onları ikna etmeye
çalışmıştı. Aynı günün sabahında Osman Ağa’nın evinin önüne bir araba gelerek
bir takım eşyalar götürmüştü. Ali Şükrü Bey’in kaybolduğu gün, Mustafa Kaptan
ile görülmesi zabıta ve adliyenin dikkatin çekmişti. Mustafa Kaptan
tutuklandığı gibi Osman Ağa hakkında güçlü deliller bulunduğu gerekçesiyle
tutuklama emri çıkarılmıştı fakat Osman Ağa’nın bulunamaması sebebiyle bu emir
gerçekleştirilememişti.
Osman Ağa’nın bulunamaması Rauf Bey
hükümetini de mecliste zor duruma düşürmekteydi. O zor günleri Rauf Bey
anılarında şöyle anlatmıştı: ‘’Denizci
olmakla beraber daha ziyade İstanbul’daki Donanma Cemiyeti’nin neşriyatında
çalışmış bir matbaa sahibi ve gazeteci olan Ali Şükrü Bey, Büyük Millet Meclisi
açıldığı günden beri her vesile ile, yaptığı sert muhalefetlerle dikkat
nazarını çekmiş bir mebustu. Bu sebeple, meclisteki muhalifler, kaybolma
haberini alır almaz, olaya siyasi cinayet rengi vermek istemişlerdi. Meclis’e
gittim, bilhassa Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey, kendine has hitabet edası ile
sesini alabildiğine yükselterek: ‘Ey milletin kâbesi sana da mı taarruz!.. Ali
Şükrü Bey iki günden beri ayıptır da hükümet bulamıyor. Evet azametli, şerefli
tarihin sahibi bir milletin vekili kayboluyor da hükümet bulamıyor… Böyle
hükümet olmaz… Ali Şükrü’ye tecavüz eden, milletin namusuna tecavüz etmiştir.
Böyle namussuzlar yaşamamalı, kahrolmalı’ diye bas bas bağırıyor. Muhalif
arkadaşları da, ‘kahrolsunlar, böyleleri yaşatılmaz!’ nidalarıyla onu teşci
ediyorlardı.’’
Meclis durulmayınca kürsüye çıkan Rauf
Bey, çalışmaların devam ettiğini, bi neticeye varılacağını, Ali Şükrü Bey’in
bir kazaya uğramış olduğunu ümit etmek istediğini, aksi takdirde bir suikaste
maruz kalmış ise, çok dilhûn olacağını ve o takdirde her halde müsebbilerinin
meydana çıkarılıp, bu milletin adliyesine şeref verecek tarzda takip ve
cezalandırılmalarının hükümetin mukaddes vazifesi olacağını, söylemişti. Fakat
yine muhalefet yatışmamış bu sefer de daha önce yaşanan bir cinayeti gün yüzüne
çıkartarak, hükümetin o cinayeti aydınlatamadığı gibi bu cinayeti de
aydınlatamayacak olmasından kuşku duyuyorlardı. Muhalefetin dilinden düşmeyen o
aydınlatılamayan cinayeti ise Rauf Bey hatıralarında şöyle açıklıyordu: ‘’Daha evvel olduğunu ima ettikleri hadise,
bir müddet evvel bir cinayete kurban giden Trabzon’un kayıkçılar kahyası Yahya
Reis’in katillerinin, hatta bu iş için meclisten bir tahkik heyeti seçilip
gönderildiği halde, hâlâ meydana çıkarılamamış oluşu idi.’’
Mecliste bu durumlar yaşanırken, bir türlü
ipucu bulamayan hükümet en sonunda tesadüfen bir ipucu bulmuştu. ‘’Devamlı aramalar neticesinde, fakat
tesadüfen yani, Çankaya yolundan geçen arama ekibine mensup jandarma, ana
yoldan ayrılıp, tarlaya sapmış olan arabanın izini takip edince, orada yeni
kazılmış bir çukurda Ali şükrü Bey’in cesedini bulmuştu. Cesedin avucundaki
sımsıkı tutulmuş bir sandalye ayağının da, Topal Osman’ın evinde bulunan kırık
sandalyeye ait olduğu tespit edilince muammayı çözecek ipucu elde edilmiş
bulunuyordu.’’ İşte Rauf Bey hatıralarında yaşanan son gelişmeleri böyle
anlatmıştı.
[1] Cemal Şener, Topal Osman Olayı, Ant Yayınları, İstanbul 1992, s.98
[2] Hasan
İzzettin Dinamo, Kutsal Barış, C.II,
Tekin Yayınevi, İstanbul 2007, s.45-46
[3] Mahir İz, a.g.e, s.92-93
[4] Uğur Mumcu, Kazım Karabekir Anlatıyor, Tekin Yayınevi, s.78-79
[5]
Süleyman Beyoğlu, Milli Mücadele Kahramanı Giresunlu Osman Ağa, Bengi
Yayınları, İstanbul 2009, s. 285-286:
Mustafa Kemal Paşa, Ankara Merkez Komutanı Rauf Bey ve Başyaveri Salih (Bozok) Bey’i
Osman Ağa’ya gönderip samimi olarak cinayeti kendisinin işleyip işlemediğini
sordurtmuştur. Ancak Ağa, bunu şiddetle reddederek böyle bir cinayeti
işlemeyeceğini ciddiyetle söylemiştir.
[6] Üçüncü, a.g.t. s.142
[7] Üçüncü, a.g.t, s. 144
Yorumlar
Yorum Gönder