Ana içeriğe atla

Oryantalizm Üzerine III


3.Alexander William Kinglake’in Seyahatnemesi

3.1. Doğu’ya Bakışı

     Alexander William Kinglake, 1844 yılında Eothen adlı seyahatnamesini yazmıştı. Bu Seyahatnamesini besleyen şey ise ‘’Doğu’’ya yapmış olduğu seyahat idi. Burada görmüş olduğu günyayı figüratif bir şekilde anlatmayı tercih etmişti.

     İngiltere’den çıkıp İstanbul’a gelen Alexander William Kinglake’nin seyahat güzergahı ise şöyleydi: ‘’Truva, İzmir, Anadolu Toprakları, Şam, Gaza, Kudüs gibi daha çok Osmanlı topraklarını kapsıyordu. İşte buralara yaptığı yolculuk anılarını ‘’Eothen’’ adlı seyahatnamesinde toplamıştı. Bu yolculuk bir nevi hem zorunluluktu hem de merak meselesiydi. Öyle ki o dönemde Avrupa’da önemli bir yer edinmiş erkeklerin en az bir kez Doğu seyahati yapması alışıldık bir durumdu. Schiffer’in verdiği bilgilere göre Viktorya döneminde İngiliz seyyahlarının büyük çoğunluğu yukarı orta tabaka insanlarından oluştuğu doğrultusundaydı.

     Kinglake, Osmanlı topraklarını görünce şöyle yazacaktı: ‘’Güneye doğru bakınca, Tuna vadisi üzerinde sert ve kapkara yükselen tarihi Osmanlı kalesi Belgrat’ı gördüm. Sanki tekerlek üstünde giden Avrupa’nın sonuna gelmiştim.’’

     Onun gözünden Osmanlı imajı da şöyle şekillenmişti: ‘’Koskoca esaslı olan, ölümsüz ruhlar taşıyan ve belki de düşünme yeteneği olan varlıklar.’’ Ölümsüz rug imgesinin Kinglake’de ne işi var dersek, Batı’nın Doğu’yu efsunlu, sihirli bir yer olarak hayal etmesiydi. Gelip gördüklerinde de aynı tesir belli ki devam etmekteydi. Düşünen varlıklar ibaresi için iki türlü bakış açısı oluşturmak gerekir. Birincisi, Batı’nın Doğu’yu hor görme potansiyeli ve Batı’ya göre Doğu’nun medeniyete ulaşmamış dolayısıyla gelip gördüklerinde aslında onların da düşünebildikleri olabilir.

     Osmanlı topraklarındaki yolculuğu sırasında kendisine eşlik edilmesi için görevlendirilen, ‘’Osmanlı ırkına özgü, düzgün ve yakışıklı çehresi olan adam’’[1] için de ‘’Yüzünde saf bir gurur, onur, sağlamlık ve gizlemeye çalıştığı bir tür çapkınlık vardı. Fikri bir derinliği olmamakla birlikte doğuştan akıllıdır. Atalarının Hıristiyanlara korku salan o hakimane yürüyüş tarzını ala korur.’’ diye tarif etmişti.[2]

3.2.Osmanlı’ya Bakışı

Bu yolculuk esnasında yanında bulunan şerif için yazdıkları ise aslında altyapısında ciddi eleştiri ve Batı’nın gözünde Doğu insanını gösteren biçimdeydi. Kinglake şöyle yazmıştı: ‘’Şerif ne doğayı, ne coğrafyayı, ne nerede olduğunu, ne de nereye gittiğini biliyordu. Her şeyi Allah’a, kadere ve İngiliz’in yıldızına bırakmıştı.’’[3] Yıllar sonra ünlü oryantalist Edward Said, Şarkiyatçılık adlı Batı’nın şark anlayışlarını eleştirdiği kitabında Kinglake’i şöyle eleştirecekti: ’’Savunma önlemi almaya gerek duymadan konuşmasına rağmen hiçbir Doğu dilini yeterince bilmemektedir. Cahilliği Doğu’yu, Doğu kültürünü, Doğu düşünüş biçimi ve Doğu toplumunu kendince elekten geçirecek genellemeler yapmasına engel değildir.’’[4]

     Kinglake Osmanlı erke imajını şöyle anlatmıştı: ‘’Tavırlarındaki yorgunluk bu adamlara hüzünlü bir gurur verir. Ve eskiye bağlı kalmış Osmanlılarda ekseriya görülen güçlüklere karşı alaycı tavır. Sanki boğazımızı kesmekle bavullarımızı taşımaktan daha faydalı, daha onurlu ve daha dindarca bir iş yapacaklarmış gibi duruyorlardı.’’[5] Çoğu seyyahta görülen bir aşağılama yine burada da karşımıza çıkıyor. Demek ki Kinglake için ve Batı için Doğu topraklarındaki insanlar sadece bavul taşımakla yükümlülerdi. Kendilerini yani Kinglake gibi ‘’asil’’ insanları öldürmeyi dahi Doğu topraklarındaki insanlar düşünemezlerdi.

     Osmanlı topraklarındaki yolculuğu sırasında Kinglake çevresindekilerden de çok etkilenmişti. Ama her seyyah gibi önyargıları da kesesinde çıkarılmayı bekliyordu. Kinglake’in ön kabulleri ise şöyle: Türk demek; ‘’çok eşlilik’’, ‘’Kur’an’’ ve ‘’sevabına öldürmek’’ özetlenebilirdi. Bu düşüncelerini de yanında bulunan uşak Steel’in üzerinden bize aktarmaktaydı. Kinglake’in en ilgi çekici gözlemi ise gezdiği topraklarda sokak köpekleri bile vahşi görünüşlü olmasıydı.

                                                                                                                       

 Emile Vernet Lecomte, Mısırlı Kız (1869)

     Kinglake’e göre Doğu’da herkes, her şey sessizdi. Ona göre ölü bir imparatorluktu. ‘’Doğulu için canlı hiçbir şey yoktur; orada her şey kuru ve bir mumyadan farksızdır.’’[6] Kinglake’in Osmanlı kadınına bakışını anlatan olay ise şöyle gerçekleşmişti: Kinglake Osmanlı topraklarında iken köle satıcısına uğramış. Taci kendisine çok güzel bir kız göstermiş. Kinglake bu kızı şöyle tasvir etmişti: ‘’Hakikaten de geniş yüzlü Türk kızının geniş yüzü son derece beyaz ve yuvarlak olması nedeniyle ayın ondördüne benzetmek yanlış olmazdı. Ancak pek genç olmasına rağmen, fazlasıyla şişman bir kadındı. Bazı ilaçlarla veya özel bir perhizle beslenmiş ve beyazlatılmış gibi görünüyordu.’’[7] Kinglake’de de önceki seyyahlarda olan ‘’memnuniyetsizlik’’ hali açıkça görülmektedir. Alttan alta bir hayranlık duyduğunu sezmek de zor olmasa gerek.

    3.3.Türkler ve İstanbul

     Abartılı ve ‘’Batılı’’ düşüncelerine rağmen Türkleri övdüğü düşünceleri de vardı. Türklerin kendilerine özgü guruları olmasına rağmen bir İngiliz’e bile içten gelen bir samimiyet ve saygı gösterdiğinden bahseder. Bunun yanı sıra Avrupa insanının ne kadar asık suratlı ve resmi davrandığından yakınır ve şöyle haykırır: ‘’Avrupa’nın köhneleşmiş uygarlığından kurtulmak ne tatlı bir şeydir!’’ Yolculuğuna devam ederken İstanbul’a uğrayan Kinglake, buraya geldiğinde vebanın sürmekte olduğunu söyler. Yine de İstanbul’u çok sever, çok beğenir. Camileri ve minareleriyle ünlü bu kadim şehrin dünyanın hiçbir yerinde olmadığı kadar güzel bir şekilde denizle iç içeydi. Burada çarşıya gitmek isterseniz açık mavi suyolundan geçerek Haliç denilen yeri ilk önce görmeniz gerekmektedir. Buradan yelkenli gemilerle geçersiniz ve daha sonra çarşıya varırsınız. İşte Kinglake’e göre İstanbul böyle bir yerdi.

     Sonuç olarak 1844’te yazdığı Eothen adlı seyahatnamesinde Kinglake, oryantalist bakış açısından kurtulamamış ve bu yönde doğu tasvirleri yapmıştı. Bu tasvirleri de Doğu- Batı kıyaslamasına girişerek yapmış ve kimi zaman abartılı kimi zaman da realist bir tasvir yapmayı başarmıştı. Bu bakış açılarıyla seyyahlar, Doğulunun tarihini, kültürünü, dinini saptar ve belgeleyerek tüm dünyayı bilgilendirirdi.



[1] İbrahim E. Bilici, Oryantalist Seyahatnamelerde Türk İmgesi Üzerine Bir İnceleme: Alexander William Kinglake’in Seyahatnamesi Eothen Örneği, İletişim Fakültesi Elektronik Dergisi, Gümüşhane Üniversitesi, 2, Eylül 2011, s.12

[2] Bilici, Alexander William Kinglake’in Seyahatnamesi Eothen Örneği, s. 12

[3] Bilici, Alexander William Kinglake’in Seyahatnamesi Eothen Örneği, s.12

[4] Bilici, Alexander William Kinglake’in Seyahatnamesinde Eothen Örneği, s.12

[5] Bilici Alexander Wİliam Kinglake’İn Seyahatnamesinde Eothen Örneği, s.12-13

[6] Bilici Alexander Wİliam Kinglake’in Seyahatnamesinde Eothen Örneği, s.13

[7] Bilici, Alexander Wİliam Kinglake’İn Seyahatnamesinde Eothen Örneği, s.14


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Osmanlı Hukukunda Evlenme ve Boşanma

1.       İSLAM’DA EVLENME VE NİŞANLANMA    İslam aile hukuku genel olarak ‘’ahval-i şahsiye’’ –yani şahısların hukuki varlıklarıyla ilgili olan hukuki halleridir- diye ifade edilmektedir. Bu ‘’ahval-i şahsiye’’ deyiminin ise anlam yelpazesi oldukça genişti.  Evlenme, velayet, boşanma vs. gibi konuları içinde barındırırdı. İslam hukukunda evlenmeyi ifade etmek için kullanılan terim ‘’nikah’’ idi. Kelime anlamı ise cinsi münasebet idi. Nikah ise bu cinsi münasebeti meşru kılıyordu. İslamiyet’te evlenmenin klasik tarifi ise erkeğin yanında duran bir tarifti. Şöyle ki Roma hukukundan bu yana evlenmek, karı koca arasında hayat ortaklığını ifade ederdi. Fakat kilise bu yorumu yani evlenmeyi, eşlerden, her birine diğerinin vücudundan faydalanma hakkı olarak değiştirmişti. Klasik İslam evlenme tarifi de işte böyleydi. Hatta İslam’da kadının erkeğin vücudu üzerinde herhangi bir hakka sahip olması söz konusu bile değildi. Bu anlayış yalnızca Hanefi mezhebin...

Ali Şükrü ve Topal Osman Olayı I

       Ali Şükrü Bey ve Giresunlu Osman (Topal) Ağa. Biri TBMM’nin içerisindeki İkinci Grubun önemli sözcüsü ve sert muhalifi diğeri ise Mustafa Kemal Paşa’nın Koruma Birliği Komutanı. Lozan’ın kesintiye uğradığı ve Meclis’te sert tartışmaların yaşandığı 1923 yılının Mart ayında, Ali Şükrü Bey’in aniden ortadan kaybolması yaşanan tartışmaları daha da körüklemişti. Olay, Ali Şükrü Bey’in 27 Mart 1923 tarihinde Meclis’e gitmek için evinden çıkması ve bir daha eve dönmemesiyle başlamıştı.      İkinci Grubun önemli sözcüsü kaybolmuştu ve bunu ilk fark eden ise, kardeşi Bahriye Daire Reisi Yarbay Şevket Bey olmuş ve icâleten Başvekil Rauf Bey’e bildirmişti. Şevket Bey, Ali Şükrü Bey’in en son Karaoğlan Çarşısı köşesindeki Kuyulu Kahve’de otururken, yanına gelen Topal Osman Ağa’nın Muhafız Bölük Kumandanı Mustafa Kaptan’la birlikte gittiklerinin görüldüğü bilgisini vermişti. Rauf Bey aralarındaki konuşmayı ise anılarına şöyle yazmıştı: ’’Lozan’da müza...