1. İSLAM’DA EVLENME VE NİŞANLANMA
İslam aile hukuku genel olarak ‘’ahval-i
şahsiye’’ –yani şahısların hukuki varlıklarıyla ilgili olan hukuki halleridir-
diye ifade edilmektedir. Bu ‘’ahval-i şahsiye’’ deyiminin ise anlam yelpazesi
oldukça genişti. Evlenme, velayet, boşanma
vs. gibi konuları içinde barındırırdı. İslam hukukunda evlenmeyi ifade etmek
için kullanılan terim ‘’nikah’’ idi. Kelime anlamı ise cinsi münasebet idi.
Nikah ise bu cinsi münasebeti meşru kılıyordu. İslamiyet’te evlenmenin klasik
tarifi ise erkeğin yanında duran bir tarifti. Şöyle ki Roma hukukundan bu yana
evlenmek, karı koca arasında hayat ortaklığını ifade ederdi. Fakat kilise bu
yorumu yani evlenmeyi, eşlerden, her birine diğerinin vücudundan faydalanma
hakkı olarak değiştirmişti. Klasik İslam evlenme tarifi de işte böyleydi. Hatta
İslam’da kadının erkeğin vücudu üzerinde herhangi bir hakka sahip olması söz
konusu bile değildi. Bu anlayış yalnızca Hanefi mezhebine ait olmamakla
birlikte Malikilerde de ‘’erkek kadından istifa eder’’ anlayışı mevcuttu.
Modern İslam yorumcuları ise bu tarifi eşlerden her birine diğerinden
faydalanmak hakkını veren bir sözleşme olarak düzenlemişlerdir. İslam
müelliflerine göre evlenmenin ilk nedeni ise gayrimeşru cinsel ilişkileri
önlemekti. Bu yorumu da Peygamberin bir hadisine bağlıyorlardı mevzu bahis hadis
ise şöyleydi: ‘’Evlenme, gözü, haramdan
saklamanın, ırzı en sağlam korumanın en şartıdır.’’
İslam’da ayrıca bekarlığa iyi gözle
bakmazlar. Zaten Kur’an’da da bekarları evlendirmeyi emreden ayetler
bulunmaktadır. Öyle ki Kant’ın ödev anlayışı gibi bir anlayış da vardı. Şöyle
ki evlenmeye ihtiyaç duyan veya kadınının mehrini verebilecek her Müslüman
erkek için evlenmek bir ödevdi. Bazı müelliflere göre ise evlenmenin amacı
cinsin sürdürülmesidir. Bazı klasik müellifler de bu konuya dikkat
çekmişlerdir. Fakat Klasik müelliflerin çoğu, evlenmenin kadına hayatını temin
ettiği görüşündedirler. Çünkü İslam’a göre kadın mali yüklerden muaftır.
Kadının ve varsa çocuklarının maddi durumu tamamen erkeğe aittir.
İslamiyet’in kırmızı çizgilerinden biri de
‘’serbest birleşme’’ konusudur. Bunu yasaklayan İslamiyet Arabistan’daki
düzensiz evlenme olayına da el atmıştı. Bazı yenilikler de getirmiş üstelik.
Öyle ki İslamiyet le kadının hukuki anlamdaki hakları iyileştirilmişti.
Nitekim, kadın kendi kişiliğini kazanmıştı. Bunun yanı sıra yetişkin bir kadın
–istisnalar hariç- rızası olmadan evlendirilemezdi. Cahiliye döneminde mal
olarak kabul gören kadın, İslamiyet ile birlikte kocasının mirasçısı olarak
yerini almıştı. Bundan başka çok kadınla evlenmeyi sınırlandırıp dört kadından
fazlasıyla evlenmeyi de yasaklamıştı. Kur’an ise bu konuda temkinliydi. Öyle ki
eşler arasında mutlak eşitliği sağlayamayacak kimselere tek kadınla evlenmeyi emretmekteydi.
İslam’a göre evlenmenin şartları bile vardı. Geçerli bir evlenme teklifi için
iki şartın gerçekleşmesi gerekirdi:
a)
‘’Muhtemel
bir evlenmeyi önleyecek evlenme engelleri olmamalıdır.’’ Örneğin,
süt veya kan hasımlığı gibi.
b)
Aynı
kadına önceden bir başkası tarafından evlenme teklifi edilmemiş olmamalı.
Yani bir evlenme teklifine kadın henüz cevap vermemişse veya kabul etmişse,
ikinci teklifi itibar görmez.
İslam evlenmeleri yasak
olanları da bildirmişti. Buna göre: Bir erkek; anneleriyle, kızlarıyla, kız
kardeşleriyle, halalarıyla, teyzeleriyle, birader kızlarıyla, hemşire
kızlarıyla ve süt analarıyla, süt kardeşleriyle, karılarının analarıyla,
evlenmesi yasaktı.
İslam’a göre evlenmenin şartları Esasa Ait Şartlar ve Evlenmenin Şekli Şartları olarak ikiye
ayrılabilirdi. Esasa ait şartlar ise kendi içinde müsbet şartlar ve menfi’
şartlar olmak üzere ikiye ayrılmıştı. Şahitlik Olayına da değinen İslam
hukuku, şahit olacak kişinin Müslüman olması, reşit olması ve hür olması gibi
şartları öne sürüyordu. Bunun dışında, putperestlerle evlenme yasağı koyan
İslam’a göre Müslüman bir erkek ehli kitap bir kadınla evlenebilirken, Müslüman
bir kadın Müslüman olmayan bir erkekle evlenemezdi.
2. OSMANLI HUKUKUNDA EVLENME
Çoğu İslam devletlerinde olduğu gibi Osmanlı
devletinde de kadı belirli durumlarda evlenmeye müdahale edebilirdi. Fakat
evlenecek kişilerin özellikle kadıya gitme mecburiyeti yoktu. Fakat kadıdan
örfi hukuka dayanan bir izinname alınırdı. Erkek kadıdan aldığı bu izinnameyle
imama gider ve imam da ona ‘’hüccet’’ denilen
bir senen verirdi. Bunun dışından imam önünde mehrin miktarı da
kararlaştırılırdı. İmam şeriat hakkında yeterli bilgiye sahip değildi.
Bundan dolayıdır ki ilk önce kadıdan veya
naibinden bir izin belgesi alınır ve evlenecek kişilerin evlenmesinde bir
sıkıntının olmadığına karar verirdi. Daha sonra yıllarda özellik Tanzimat’tan
sonraki süreçte hukuk alanında da Avrupa örnek alınınca, İslami hukukun yanına
bu sefer bir de Avrupa hukuku yerleştirilmişti. Medeni hukuk alındıktan sonra
da Aile hukukunda bazı değişikliğe gidilmişti. Tanzimat’tan sonra velisi
tarafından evlenmesine izin verilmeyen erişkin kızların ve dul kalmış
kadınların kadı izniyle evlenme güvencesi verilmişti. Bunun dışında memleketin
çeşitli yerlerinde adet haline gelen başlık parası ve türev adetlerin terk
edilmesinin yasaklanması da vardı. Mehir konusuna da değinen yeni kanunlardan
biri de mehrin sınırlandırılması olmuştu. Bundan böyle 1000 akçe, 500 akçe veya
100 akçe dışından evlenme sırasında hediye verilmesi yasaklanmıştı. Tanzimat’tan
sonra Müslümanlar kendi dini reislerinden gayrimüslimler ise kendi dini
reislerinden izinname alacaklardı. Evlenmeyi akteden imam yahut dini reisin
nüfus dairesine ilmühaber vermesi şartı da getirilmişti. Böylelikle imamlar
veya dini reisler evlendirme memuru statüsü kazanmışlardı. 20. Yüzyıla
gelindiğinde ise kadının rolleri daha çok belirginleşmeye başlamıştı. Kadınlar
artık sosyal ve idari hayata girmeye başlamıştı. 1917 tarihinde de Aile Hukuku
adına ilk ciddi kanun ise aynı yıl kabul edilen Hukuk-i Aile Kararname olmuştu. Hukuk-i Aile Kararnamesi’nin
getirdiği yenilikler ise, hakim müracaat eden erkek veya kadını evlenme için
gerekli fiziki olgunluğa sahip görürse, müsaade ederdi. Yalnız kadın bahse konu
olursa velinin izni alınması gerekirdi.
İslam hukuku akıl hastalarının da
evlenebileceğine izin verirken, Hukuk-i Aile Kararnamesi buna izin vermemişti.
Bunun dışında izinname ile isterlerse evlenecek kişiler mahkemede
evlenebilirlerdi. Köyde yahut şehirde evlenecek kimseler ise hakimin yetki
verdiği (muhtar, imam, öğretmen) kimseler tarafından aktedilecektir.
Gayrimüslimler için nikahı kıyacak ruhani memur bu olayı 24 saat içinde mahalli
mahkemeye bildirmek zorundaydı. Osmanlı hukuku Tanzimat’tan Önce ve
Tanzimat’tan sonra olarak incelenebilir. İslam hukukunun Klasik tariflerinin
çoğu terk edilerek modern bir anlayışla yeni bir Aile hukuku tesis edilmişti.
1917 tarihli Hukuk-i Aile kararnamesiyle birlikte nişanlama, evlenme ehliyeti,
evlenme sözleşmesine devletin el atması, çok kadınla evlenmenin
sınırlandırılması gibi konularda yenilikler gelmiş ve çağa uygun evlenme akdine
geçilmişti.
1. İSLAM’DA VE OSMANLI’DA BOŞANMA
Osmanlı
hukukunun temeli olan İslam hukukunda boşanma hakkı erkeğe aitti. Bu hakkını
bir söz ile bildirmesi yeterli görülmüştü. Boşanmak istediğini mahkemeye
bildirmesine ise hukuken mecburiyet getirilmemişti. Fakat evliliği sona
erdirmek isteyen kısıtlı hakları bulunsa da kadın olabilirdi. Bazı durumlarda
kadın mahkemeye başvurarak evliliği sona erdirebiliyordu. Mezhepler bu
konularda görüş ayrılıklarına fazla düştükleri için yer yer bu durumlar
farklılık gösterebiliyordu. Bursa’da örneğin Hanefi mezhebine göre boşanma
kararının mahkeme tarafından verilebilmesi için kocanın hanımına kötü
davranması, yeme-içme gibi temel ihtiyaçlarını karşılayamaması, eşine
yaklaşmamak için yemin etmesi, kocanın evini uzun süre terk etmesi gibi ciddi
sebeplerin olması lazımdı. Osmanlı toplumunda boşanmaya ilişkin geniş yetkiler
her ne kadar erkeğin elinde olsa da pratikte bu fazla uygulanmamıştı. Bunu bize
gösteren ise mahkeme sicilleriydi. Kadınlar, razı olmadıkları kişilerle
evlenmeyi reddetmişlerdi. Osmanlı’da mahkeme sicilleri araştırıldığında
boşanmanın üç farklı şekilde gerçekleştiği görülür. Bunlardan ilki, erkeğin tek
taraflı boşanması (talak), kadının nafakasından vazgeçmesi durumu (muhalaa) ve
hakim kararıyla boşanma(tefrik).
Evliliği
Sona Erdiren Durumlar
1. Talak
Kocanın tek taraflı kararıyla evliliği sona
erdirmesidir. Bu ayrılığın gerçekleşmesi için mahkeme kararı gerekli değildir.
Talak, kendi içinde de ikiye ayrılmıştı: Ric’i ve Bain olarak. Ric’i talak,
koca, hanımının bekleme süresi içinde yeni bir nikaha gerek kalmadan evliliğine
geri dönebilirdi. Eğer ki bu Talak geri dönme imkanı vermiyorsa ve tamamen
bitiriyorsa buna da bain deniliyordu. Bu boşanma türünde ise iki tarafın
tekrardan bir araya gelip yeniden nikah sözleşmesi yapmalı ve erkeğin kadına
tekrardan mehir ödeme gerekmekteydi. 1598 yılının Zilkade ayında Şahnisa
Ramazan adındaki bir kadın daha önce 3000 akçe mehirle nikahlandığı Ahmed b.
Mustafa’nın kendisini bain talakla boşadığını ve daha sonra 200 akçelik yeni
bir mehirle tekrar evlendiklerini söyleyerek, ilk nikahından alacaklı olduğu
3000 akçelik mehiri kocasına aktardığı bilinmektedir. Kur’an’da ise Talak ile
ilgili şu emir bulunmaktadır: Talak’ın
iki kere olabileceği, üçüncü talaktan sonra erkeğin, boşadığı eşiyle yeniden
evlenebilmesi için kadının başka bir erkekle normal evlilik yapıp ondan da
boşanmış olması gerekmektedir.
a)
Şartlı
Talak:
Bazı boşanmalar bir şarta bağlanarak
gerçekleştiriliyordu. Örneğin: ‘’Bir defa dahi hamr ve arak, ekşi boza içersem
zevcem Ayşe benden talak-ı bainle boş olsun’’ gibi dinen bir yasak işlemek
üzere yapılabiliyordu. Bunun yanı sıra bazı durumlarda hanımını ailesinden alıp
uzak bir yere götürmek gibi durumlar da şart olarak ileri sürülebiliyordu.
b)
Gaiplik:
Osmanlının
resmi mezhebi Hanefi mezhebine göre kadın için erkeğinin ticari bir yolculukta
yahut savaşta kaybolması boşanmaya sebep değildir. Öyle ki bu kadınlar 90 veya 120 yıl
kocalarından ayrılamıyorlardı. Buna bir çözüm olarak Osmanlı kadıları çalışma
başlatmışlar, çünkü kadınlar mağdur duruma düşüyorlardı. Bu duruma örnek olarak
terzilik yapan bir kadın Hasan’dan
(kocası) 4.5 yıl haber alamamış, normal olarak maddi durumu zora girmiş ve
boşanmak için Bursa kadısına gitmişti. Bursa kadısı da onu boşanma işinin
gerçekleştirmesi için Şafii bir kadıya yönlendirmişti. Buraya yönlendirmesinin
sebebi ise Şafii mezhebine göre kocası kaybolan kadınlar bir müddet sonra hakim
tarafından tefrik edilebiliyorlardı. Fakat bu uygulamada 1537 yılında bir
fermanla yasaklanmıştı. Hanımlarını zor durumda bırakmama için bazı erkekler
sefere ya da ticari yolculuğa çıkmadan önce eşlerinin nafakalarını sağlamak
için güvendikleri kimseleri vekil tayin etmişlerdir.
2.
Muhâlaa
Evliliğinden mutlu olmayan, daha fazla
sürmesini istemeyen kadın, mehir ve iddet nafakasından vazgeçerek boşanmak
isteyebilir. Bu uygulama ise kaynağını Kur’an-ı Kerim’den almaktadır. Bu
uygulamanın özü ise karşılıklı anlaşıp boşanmaya dayanır Şer’iyye sicillerinde
de başvurulan en çok boşanma türüdür. Fakat bazen de muhâlaa karşısına gelen
erkekler de olmuştur. Örneğin, Bekir bin Hüseyin, eşi Fatma ile muhâlaa
ettiklerini, bedel olarak iki döşek, iki yasyık ve bir sandık aldığını iddia
etmiştir. Fakat mahkemede bunu ispat edemediğinden eşyaların Fatma’ya geri
verilmesine karar verilmiştir.
Bu kayıtlarda kadınların kocalarını
ayrılmaya ikna ettikleri görüldüğü gibi mehir vb. haklardan vazgeçilmesini az
bulan kocaların muhâlaa bedeli aldıkları da görülmektedir. İslam hukukçuları
ise bu konuya hoş gözle bakmamışlardır. Erkeğin böyle bir istekte bulunmaması
gerektiğini söylemiştir. Muhâlaa bedelinden hariç bir başka husus da tarafların
evliliklerinden doğan tüm haklarından vazgeçtiklerini açıklayarak birbirlerinin
zimmetlerini ibra etmeleridir. Bunun neden ise tamamen ilerde çıkacak maddi
anlaşmazlığı engellemekti. İslam hukukuna ait olan bu muhâlaa, gayrimüslimler
arasında da uygulanmaktaydı. Öyle ki, Bursa’nın Tepecik Köyü’nden Mayesine adlı
Hıristiyan bir kadın, kocası Dimitri oğlu Yoroşko’ya 60 dirhem ödeyerek muhâlaa
yoluyla boşanmıştır.
3. Tefrik
Ayırma anlamına gelen tefrik kelimesi,
mahkeme kararıyla eşlerin birbirinden ayrılmasını ifade eder. Bu tür boşanma
şeklinde genellikle kadın mahkemeye gider ve boşanmak istediğini bildirirdi.
Diğer boşanma türlerinden ayrılan Tefrik’te kocanın boşanmayı isteyip
istememesinin hiçbir önemi yoktu. Çünkü karar hakim tarafından verilecekti.
Resmi mezhep olan Hanefi mezhebinde evliliğe engel olan cinsel bir hastalık
veya kusur tefrik sebebiydi. Bunun dışında sütkardeşle evlenilmesinin, müşrik
bir eşle evlenilmesinin mahkeme tarafından tespiti de tefrik sebebiydi. Örneğin,
1599’da Bursa’da Ramazan Çelebi b. Ali, Mehmed b. Muharrem’le evli olan kızı
Kerime’nin sütkardeşleri olduklarını iddia ederek ayrılmaları talebiyle
mahkemeye başvurmuştur. İddiaya göre Kerime, kayınpederinin karısı tarafından,
diğer çocuğuyla birlikte emzirildiği için, kayınpederi Muharrem’in sütkızı
olmaktadır. Şahitlerin de huzurunda
mahkeme terfik kararı vererek evliliğe son vermiştir.
Başka bir davada da Todori ismindeki kıpti,
oğlu Nike’yle evli olan Fatma binti Abdullah’ın oğluyla bir araya gelmekten
kaçındığını söyleyip şikayetçi olmuştur. Bu durum Fatma’ya sorulduğunda,
mahkemede kendisinin Müslüman olduğunu ve Nike ile zorla evlendirildiğini
söylemiştir. Hakim de bunun üzerine tefrik kararı vermiştir.
Mahkeme kayıtları
araştırıldığında en az karşımıza çıkan boşanma şekli bu terfiktir. Bunun nedeni
de tamamen resmi mezhep olan Hanefi mezhebine bağlı bir şeydi. Çünkü Hanefi
mezhebi terfik için gerekli saydığı sebepleri oldukça kısıtlı tutmuştur. Bu
terfik sorunu ise 1917 yılında çıkan Hukuk-ı Aile Kararnamesi’nde çözüme
kavuşmuştur. Bu kararnameye göre evliliğe mani olan, kocada cüzzam, baras vb.
hastalıkların bulunması halinde kadın, mahkemeye terfik için başvurabilirdi.
Bunun yanı sıra kocası kaybolan veya ölülüğü yahut yaşıyor olduğuna dair
herhangi bir bilgisi bulunmayan kadın da tefrik için mahkemeye başvurabilirdi.
BİBLİYOGRAFYA
1.
Maydaer, Saadet, Klasik Dönem Osmanlı Toplumunda Boşanma (Bursa Şer’iyye Sicillerine
Göre) , Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 16/1, 2007,
s.299-320
2.
Cin, Halil, İslam ve Osmanlı Hukukunda Evlenme , Ankara Üniversitesi Hukuk
Fakültesi Yayınları, Ankara, 1974,
3.
Aydın, M. Akif, İslam ve Osmanlı Hukuku Araştırmaları, İz Yayıncılık, İstanbul,
1996,
4.
Cin, Halil, Eski Hukukumuzda Boşanma, Konya, 1988
Yorumlar
Yorum Gönder