1.1. İslam-Osmanlı
Ceza Hukukunun Kaynakları
İslam-Osmanlı ceza
hukukunun kaynakları, İslam hukukunun kaynakları ile aynıdır. Bilindiği üzere
İslam hukukunun asli kaynakları kitap, sünnet, icma ve kıyastır. İslam
hukukunun asli kaynaklarından kitap, sünnet ve icmanın; İslam ceza hukukunun da
kaynağını oluşturacağı İslam hukukçuları arasında görüş birliği mevcuttur.
Ancak, kıyasın İslam ceza hukukuna kaynaklık edip edemeyeceği hususu, İslam
hukukçuları arasında tartışmalı bir husustur.
1.1.1. Kitap
(Kur’an)
Kur’an’da bazı hukuki
hükümler ayrıntılı olarak düzenlenirken, bazıları ise temel esaslar ve çerçeve
hükümler şeklinde ele alınmış, açıklayıcı ayrıntılar Hz. Peygamber’e, İslam
hukukçularına ya da zamanın yaşama organına bırakılmıştır. Örneğin, ‘’adalet ve
hakkaniyetle hükmetme’’, ‘’devlet yönetiminde şura’’, ‘’suç ve cezada
kanunilik’’ ve ‘’suç ve cezada şahsilik’’ gibi genel ilkelerin yanı sıra miras
payları, evlenme engelleri, boşanma hükümleri ve hadd cezaları gibi bazı
hükümler Kur’an’da ayrıntılı olarak düzenlenmiştir.
1.1.2. Sünnet
İslam hukukunun ikinci
asli kaynağı olan sünnet; Hz. Peygamber’in sözleri, davranışları ya da
başkalarının söz ve davranışlarını onaylamasıdır. Bu sebeple Hz. Peygamber’in
sözlerine sözlü sünnet, davranışlarına fiili sünnet ve başkalarının söz ve
davranışlarını onaylamasına ise takriri sünnet adı verilir. Sünnet ile ortaya
konan hukuki hükümler de birbirinden farklıdır. Sünnet bazen Kur’an’da var olan
bir hükmü bir başka şekilde tekrarlarken bazen de Kur’an’da genel olarak ifade
edilmiş meseleleri ayrıntılarıyla ortaya koyar. Sünnet ile bazen Kur’an’ın
kapalı bıraktığı hukuki meseleler açıklanırken bazen de Kur’an’da hiç
bahsedilmeyen yeni hukuk normları meydana getirilir. Yeni hukuk normları
meydana getirmesi itibariyle sünnet tek başına İslam hukukuna kaynaklık
etmektedir.
1.1.3. İcma
İcma, Hz. Peygamber’in
vefatından sonraki herhangi bir çağda ve aynı dönemde yaşayan İslam
hukukçularının hukuki bir mesele üzerinde görüş birliğine varmalarıdır.
Kur’an-ı Kerim’de çeşitli ayetlerde ve Hz. Peygamber’in ‘’ümmetim dalalet
üzerinde birleşmez’’ hadisi ile hukukçuların icmada bulunmalarına izin verilmiş
olmakla birlikte icmanın temeli ilahi irade olmayıp hukukçuların hukuki bir
mesele üzerine uzlaşmalarıdır. Ancak icma yapılırken mutlaka Kur’an ya da
sünnete dayanılması gerekir ki bu sebeple icma, İslam hukukunun üçüncü asli
kaynağını teşkil eder. İslam hukukçuları genel olarak sarih ve sükuti olmak
üzere iki tür icmanın varlığını kabul etmektedirler. Sarih icma herhangi bir
zamanda hayatta olan tüm İslam hukukçularının belli bir hukuki meselenin
çözümünde söz ve davranışları ile aynı görüş üzerinde birleşmeleridir. Sükuti
icma ise belli bir hukuki meselenin çözümü noktasında bir veya birkaç İslam
hukukçusu görüş beyan ettikten sonra aynı çağda yaşayan ve meseleye vakıf olan
diğer İslam hukukçularının bu görüşe katıldıklarını açık bir şekilde ifade
etmemelerine rağmen itiraz da etmeyerek sessiz kalmalarıdır. İcmanın hukuki bir
meselenin çözümü hususunda kaynak olarak kullanılabilmesi için o hukuki
meselenin çözümlenmesi sırasında yaşayan bütün İslam hukukçularının ölmüş
olması gerekir. Zira hukuki meselenin çözümlendiği esnada hayatta olan ve görüş
beyan eden İslam hukukçularının yaşadıkları müddetçe görüşlerini değiştirmeye
hakları olduğu gibi görüş beyan etmeyen İslam hukukçuların ise beyan edilen
görüşlere itiraz etme olasılığı vardır. Dolayısıyla hukuki bir problemin çözümü
noktasında oluşan icma, ancak bir sonraki kuşak için İslam hukukunun kaynağı
olarak kabul edilebilir.
1.1.4. Kıyas
İslam hukuku terimi
olarak ise Kur’an, sünnet ve icmada hakkında hüküm bulunmayan bir meseleyi
aralarındaki ortak gerekçeden dolayı hakkında hüküm bulunan başka bir meseleye
benzetmeye ve asıl meseleye ait olan hükmü benze meseleye de uygulamaya verilen
isimdir. Yani, hakkında hüküm bulunan bir mesele, hakkında hüküm bulunmayan bir
mesele, mevcut bir hüküm ve her iki mesele arasında ortak bir gerekçe olmak
üzere dört unsurun bir arada bulunması gerekir.
2. İslam-Osmanlı
Ceza Hukukunda Devlete İsyan Suçu
İsyan teriminin İslam
hukukundaki tam karşılığı ‘’bağy’’ kelimesi ile ifade edilmektedir. İsyan eden
kimseye ise ‘’baği’’adı verilmekte olup, baği kelimesinin çoğulu ise
‘’buğat’’tır. Osmanlı ceza hukukunda ise bağy suçunun biri genel diğeri özel
olmak üzere iki farklı anlamı vardır. Birincisi, devlet başkanına itaatten
ayrılmadır. İkincisi, bir topluluğun, meşru devlet başkanını hal ederek yerine
bir başkasını geçirmek, düzeni değiştirmek veya ülkeyi bölüşmek amacıyla
ayaklanmasıdır.
Devlete isyan suçu nitelik itibariyle siyasi suçlar kategorisine dahildir. Siyasi suçlular ayaklanama esnasındaki öldürme ve mala zarar verme gibi suçlardan sorumlu olmadığı halde devlet başkanı suçlarını affetmeyip ve kamu yararı gördüğü takdirde isyan ettikleri için kendilerini ta’zir cezasıyla cezalandırılabilir. Fakat Maliki, Şafii ve Hanbeli mezheplerine göre verilecek ta’zir cezası ölüm olmamalıdır. Hanefiler ise kamu yararı gereğince esirlerin ya da başka bir ifade ile siyasi suçluların öldürülebileceği kanaatindedirler.
Devlete isyan suçu nitelik itibariyle siyasi suçlar kategorisine dahildir. Siyasi suçlular ayaklanama esnasındaki öldürme ve mala zarar verme gibi suçlardan sorumlu olmadığı halde devlet başkanı suçlarını affetmeyip ve kamu yararı gördüğü takdirde isyan ettikleri için kendilerini ta’zir cezasıyla cezalandırılabilir. Fakat Maliki, Şafii ve Hanbeli mezheplerine göre verilecek ta’zir cezası ölüm olmamalıdır. Hanefiler ise kamu yararı gereğince esirlerin ya da başka bir ifade ile siyasi suçluların öldürülebileceği kanaatindedirler.
2.1. Osmanlı
Devleti’nde Devlete İsyan Suçu
Osmanlı İmparatorluğu’nda
devlete karşı meydana gelen isyanların önemli bir bölümü XVII. ve XVIII.
Yüzyıllarda imparatorluğun idari, siyasi ve iktisadi alanlarında ortaya çıkan
bozulmalardan kaynaklanmaktadır. Bu sebeple denilebilir ki bu yüzyıllarda henüz
isyanlar ortaya çıkmamışken Osmanlı Devleti’nin idari düzeni temelinden
sarsılmış ve sosyal çalkantılar alabildiğine devleti yıpratmaya başlamıştır.
Öte yandan Osmanlı Devleti’nde devlete isyan suçunu işleyenler, isyanlarını
dini meşruiyete dayandırmak için ya yetkili makamlardan fetva almaya
çalışmışlar ya da din adamlarından bir kısmını kendi taraflarına çekmek için
çabalamışlardır Asiler ya da isyanı bastıracak olan devlet güçleri birbiriyle
olan mücadelede dini meşruiyeti artırmak için Hz. Peygamber’in soyundan gelen
seyyid ya da şerifleri ve özellikle bunların başı olan nakibüleşraf’ı kendi
saflarına katmak için ayrıca çaba harcamışlardır.
Öte yandan Osmanlı Devleti’nde hukukçular; padişahın meşru emirlerine karşı yapılan her türlü itaatsizliği, kamu düzenini ve asayişini bozan her türlü başkaldırı ve memlekette idari anarşi çıkarma hareketlerini devlete isyan suçu kapsamında ele almışlar ve faillerin idamı için fetva vermişlerdir. Zira İslam ceza hukuku hükümleri çerçevesinde meşru devlet otoritesine karşı haksız yere başkaldıran ve kendilerine sunulan itaat tekliflerini de reddeden devlete isyan suçunun faillerinin katli caizdir.
Öte yandan Osmanlı Devleti’nde hukukçular; padişahın meşru emirlerine karşı yapılan her türlü itaatsizliği, kamu düzenini ve asayişini bozan her türlü başkaldırı ve memlekette idari anarşi çıkarma hareketlerini devlete isyan suçu kapsamında ele almışlar ve faillerin idamı için fetva vermişlerdir. Zira İslam ceza hukuku hükümleri çerçevesinde meşru devlet otoritesine karşı haksız yere başkaldıran ve kendilerine sunulan itaat tekliflerini de reddeden devlete isyan suçunun faillerinin katli caizdir.
2.1.1. Osmanlı
Devleti’nde Başlıca İsyan Hareketleri ve Osmanlı’nın Bu İsyanlara Karşı Tutumu
Osmanlı Devleti’nin
klasik dönemde görülen isyan hareketlerini; ulema isyanları, celali isyanlar,
suhte isyanlar ve yeniçeri isyanları olarak dört gruba ayırabiliriz.
Ulema İsyanları:
Ulema isyanları içerisinde en meşhur olanı şüphesiz ki Şeyh Bedreddin
İsyanıdır. Önemli bir fıkıh alimi ve İslam hukukçusu olmakla birlikte fikirleri
geliştikçe İslam esaslarından ayrılarak Müslüman-Hristiyan-Yahudi ayrılığını
ortadan kaldıran ve bazı sosyalist kurallar içeren daha serbest bir dünya
görüşü benimsemişti. Yoğun bir propaganda faaliyetlerinden sonra kısa zamanda
çevresinde geniş bir mürid ve sempatizan kitlesi toplanmış. İsyan büyüyünce
Çelebi Sultan Mehmed, Şeyh Bedrettin’in üzerine kuvvet göndererek şeyhin
adamlarını dağıtıp kendisini esir ederek Serez’de bulunan Çelebi Sultan
Mehmet’in huzuruna götürmüşlerdir. Sultan I. Mehmet ilim adamlarından bir heyet
kurulmasını emretmiş ve padişahın emriyle kurulan bu heyet tarafından, Şeyh’in
görüş ve faaliyetlerinin İslam dininin temel hükümleriyle bağdaşmayıp isyan olarak
kabul edildiğine, malı ve ailesi korunmak şartıyla kendisinin idam edilmesi
gerektiğine hükmedilmesi üzerine Şeyh Bedreddin 1420 senesinde Serez’de idam
edilmiştir. Şeyh Bedreddin’in idam edilmeden önce yargılanarak ulemadan fetva
alınması, ailesine dokunulmayarak servetinin de müsadere dışı bırakılması İslam
Ceza Hukuku kurallarına uyulduğunun göstergesidi
Celali İsyanları:
Osmanlı Devleti’nin Celâlî isyanlarında asîlere karşı takındığı tavır ise onlarla savaşmak şeklinde zuhur etmiştir. Bu da İslam-Osmanlı ceza hukuku kurallarına uygun bir hareket tarzıdır. Osmanlı Devleti’nde de Celâlîler üzerine gönderilen askerlere şevk vermek, bunları menfî propagandadan uzak tutmak ve halkın da desteğini sağlamak amacıyla fetva makamı tarafından Celâlîlik ‘‘hurûc ale’s-sultan’’ ve ‘‘sa’y bi’l-fesâd’’ şeklinde değerlendirilmiş ve isyancıların Osmanlı padişahının emriyle katledilebileceğine dair fetvalar verilmiştir.
Suhte İsyanlar:
XVI.
yüzyıl Osmanlı Devleti’nde her eğitim kurumunun olduğu gibi medreselerinde
yönetim ve harcamaları vakıflar aracılığı ile yapılmakta ve arkasında vakıf
desteği olmadan medresenin ayakta kalması mümkün olmamaktaydı. Vakıflar
yalnızca medreselerin eğitim giderlerini karşılamakla kalmamışlar aynı zamanda
buralarda tahsil gören öğrencilerin barınma, beslenme ve burs giderlerini de
karşılamışlardır. Bu ise medrese eğitimini daha da cazip hale getirmiş ve
kırsal kesimlerde geçim sıkıntısı çeken birçok ailenin henüz yetişme çağındaki
çocuklarını medreselere göndermesine yol açmıştır356. Bu gençlerden bir kısmının
okumaktan ziyade sığınmak amacıyla medreselere doluşmuş olmalarından dolayı
medreseler, aynı zamanda işsiz güçsüzlerin de geçim yeri haline gelmiştir357.
Böylece meydana gelen huzursuzluk ve kargaşa ortamından faydalanan bir kısım
medrese öğrencisi, medreseli olmanın ve medreselerde beraber yatıp kalkmanın da
verdiği dayanışma ruhu ile küçük gruplar ve hatta bölükler halinde
teşkilatlanmak suretiyle köy ve mahalleleri basıp her türlü ahlâksızlığı
yapmaya ve halktan haraç toplamaya başlamışlardır358. Müderris ve kadı gibi
ulemadan olan bazı kişilerin de gizli ya da açıktan desteği ile iyice artan
suhte isyanları uzun süren Osmanlı-Avusturya savaşları sırasında farklı bir
boyut kazanarak Celâlî isyanlarıyla birleşmiştir. Suhte isyanlarını önleyerek
medreselere yeniden aslî fonksiyonlarını kazandırmak için Osmanlı Devleti’nde
pek çok hüküm, ferman ve nizamnâme yayınlanmış ve medreselerde derslere devamın
sağlanarak müfredatın takip edilmesi amacıyla bir dizi ıslahat yapılmıştır360.
Diğer taraftan devam eden suhte ayaklanmalarının bastırılması için sancak
beylerine ya da kadılara gönderilen hükümlerde meselenin şeriat ve kanun
dâhilinde ele alınması istenmiş, eşkiyalığın önüne geçilmesi için her türlü
askeri tedbirin alınması da talep ve rica edilmiştir361. Bu kapsamda sancak
beyi ve kadılara gönderilen beyannamelerde, suhte ayaklanmalarının şeriat ve
kanun dâhilinde ele alınarak çözülmesi istenmiş olması konumuz açısından önem
arz etmektedir. Dolayısıyla buradan hareketle suhte isyanların bastırılması
noktasında İslam ceza hukuku kurallarına riayet edildiğini söyleyebiliriz.
Yeniçeri İsyanları:
Yeniçeri
isyanlarında rol oynayan en önemli vak’a, onların siyasete girmeleridir. Öyle
ki, sevdikleri şehzadelerin haklarını müdafaa ve kanlarını dava etmek için bile
isyan etmişlerdir. Nitekim Kanuni Sultan Süleyman’ın 1553 senesinde İran
seferine giderken Şehzade Mustafa’yı Konya Ereğlisi’nde katlettirmesinde
parmağı olan Rüstem Paşa’nın azlini isyanla sağladıktan sonra Şehzade Bayezid
vak’ası sırasında muhafız olarak taşraya gönderilmeye başlanmışlardır. Yeniçeri
Ocağı’ndaki yozlaşma ve bozulmalar Sultan III. Murad ve Sultan III. Mehmed
dönemlerinde daha da hızlanmış ve Anadolu’da yeniçeri zulümleri iyice
artmıştır. Sultan II. Osman’ın
mağlubiyetle sonuçlanan Hotin seferinden dönüşte bu ocağı kaldırmayı
düşündüğünü açıkça beyan etmesi ile yeniçeriler isyanlarını padişahı katletmeye
kadar vardırmışlardır. Yeniçeri Ocağı’ndaki yozlaşma ve bozulmalar,
adaletnamelerle giderilmek istenmişse de bu etkili sonuç vermemiş, asker
sayısını azaltarak yeniçerileri disiplin altına alma fikri de Üsküdar’da çıkan
Gürcü Abdünnebi İsyanı ile rafa kaldırılmış ve ocağa halk arasından yeni
kayıtlar yapılmasına ihtiyaç duyulmuştur381. Öte yandan hazinedeki müzayakanın
bir türlü engellenememesi sebebiyle Sultan IV. Mehmed’in cülûsu için müsadere
yolu ile para tedarik edilmiştir. Bu sırada yeniçeriler ise sipahilerle
aralarındaki mücadeleyi kazanarak saray ve devlet işlerinde tek hâkim
olmuşlardır ki bu, Abaza Hasan Paşa İsyanını hazırlayan en büyük etkenlerden
biri olmuştur. Sultan II. Osman’ın katledilmesinde, Sultan I. Mustafa’nın
cülûsundan hal’ine kadar geçen hadiselerde, Sultan İbrahim’in son bir senesi
ile oğlu Sultan IV. Mehmed’in saltanatının ilk sekiz senesi içindeki iç
olayların hepsinde yeniçerilerin kazan kaldırdığı görülmektedir.
Yeniçeri
isyanları sonucu önceki padişahın hal’ edilmesi üzerine tahta çıkan padişahlar,
iktidarlarının ilk dönemlerinde hareketsiz ve etkisiz kalmakla birlikte, bir
yandan da iktidarın ortak kabul etmeyeceği prensibinden hareketle kendisini
tahta çıkaranların tahakkümünden kurtulmanın yollarını araştırmışlardır. Bu
kapsamda yeni padişahlar, bir yandan yaptıkları atamalarla devlet yönetimi
üzerinde kendi otoritelerini tesis ederlerken, diğer taraftan sipahi ya da
yeniçerileri kendi taraflarına çekmişlerdir. Böylelikle devlet üzerinde kendi
hâkimiyetini tesis eden yeni padişahlar, bir anlamda iktidarlarını borçlu
oldukları isyancıları ortadan kaldırma hususunda, halkın desteğini de
arkalarına alarak tereddüt dahi göstermemişlerdir.
-----------------------------------------
1. Akman, Mehmet; ‘‘Önceki Hukukumuzda İsyan Suçu’’, Hukuk
Araştırmaları, c. 9, sy. 1-3, 1995, ss. 203-222.
2. Aydın, Mehmet Akif; Türk Hukuk Tarihi, İstanbul: Beta
Yayıncılık, 2014.
3. Aydın, Mehmet Akif;
‘‘Ceza’’, DİA, İstanbul: Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları, VII, 1993, s. 478-482.
4. Bardakoğlu, Ali; ‘‘Ceza’’, DİA, İstanbul: Türkiye Diyanet
Vakfı Yayınları, VII, 1993, ss. 470-478.
5. Barkan, Ömer Lütfi; ‘‘Kanun-name’’, MEBİA, İstanbul: Milli Eğitim Basımevi, VI,1993, ss185-196.
6. Cin, Halil ve Akyılmaz,
Gül; Türk Hukuk Tarihi, Konya: Sayram
Yayınları, 2014.
7. Fendoğlu, Hasan Tahsin; Türk Hukuk Tarihi, İstanbul: Filiz
Kitabevi, 2000.
8. İlgürel, Mücteba;
‘‘Celâlî İsyanları’’, DİA, İstanbul:
Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları,VII, 1993, ss.
252-257.
9. Çevik, Naci, ‘’ Klasik Dönem Osmanlı Ceza Hukukunda Devlete
İsyan Suçu’’ , Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal
Bilimler Fakültesi, Yüksek Lisans Tezi, Samsun 2015.
Yorumlar
Yorum Gönder