Ana içeriğe atla

‘Osmanlı Ceza Hukukunda Devlete İsyan Suçu’



1. İslam-Osmanlı Ceza Hukuku

     Osmanlı Devleti’nde hukukun diğer alanlarında olduğu gibi ceza hukuku alanında da esas itibariyle İslam hukuku ilkeleri geçerli olmuştur. Ancak İslam ceza hukukunda devlet başkanına ta’zir suç ve cezaları hususunda tanınan geniş takdir yetkisi Osmanlı padişahları tarafından bütün İmparatorluk topraklarında yürürlükte olan hukuk normları koymak şeklinde kullanılmıştır. Bunun sonucunda Osmanlı padişahları tarafından fıkıh kitaplarında var olan cezai esasların yanı sıra  bir takım yeni esaslar ortaya konmuş ve bu esasların belli bir bütünlüğe ulaşmasıyla ‘’örfi hukuk’’ adıyla anılan bir hukuk sistemi oluşmuştur. Dolayısıyla Osmanlı ceza hukuku dendiğinde yalnızca Şer’i ya da Örfi ceza hukuku değil, bu ikisinin bir bütün olarak meydana getirdiği müstakil bir hukuk sistemi anlaşılmalıdır.

1.1. İslam-Osmanlı Ceza Hukukunun Kaynakları
     
     İslam-Osmanlı ceza hukukunun kaynakları, İslam hukukunun kaynakları ile aynıdır. Bilindiği üzere İslam hukukunun asli kaynakları kitap, sünnet, icma ve kıyastır. İslam hukukunun asli kaynaklarından kitap, sünnet ve icmanın; İslam ceza hukukunun da kaynağını oluşturacağı İslam hukukçuları arasında görüş birliği mevcuttur. Ancak, kıyasın İslam ceza hukukuna kaynaklık edip edemeyeceği hususu, İslam hukukçuları arasında tartışmalı bir husustur.

1.1.1. Kitap (Kur’an)
     
     Kur’an’da bazı hukuki hükümler ayrıntılı olarak düzenlenirken, bazıları ise temel esaslar ve çerçeve hükümler şeklinde ele alınmış, açıklayıcı ayrıntılar Hz. Peygamber’e, İslam hukukçularına ya da zamanın yaşama organına bırakılmıştır. Örneğin, ‘’adalet ve hakkaniyetle hükmetme’’, ‘’devlet yönetiminde şura’’, ‘’suç ve cezada kanunilik’’ ve ‘’suç ve cezada şahsilik’’ gibi genel ilkelerin yanı sıra miras payları, evlenme engelleri, boşanma hükümleri ve hadd cezaları gibi bazı hükümler Kur’an’da ayrıntılı olarak düzenlenmiştir.

1.1.2. Sünnet
     
      İslam hukukunun ikinci asli kaynağı olan sünnet; Hz. Peygamber’in sözleri, davranışları ya da başkalarının söz ve davranışlarını onaylamasıdır. Bu sebeple Hz. Peygamber’in sözlerine sözlü sünnet, davranışlarına fiili sünnet ve başkalarının söz ve davranışlarını onaylamasına ise takriri sünnet adı verilir. Sünnet ile ortaya konan hukuki hükümler de birbirinden farklıdır. Sünnet bazen Kur’an’da var olan bir hükmü bir başka şekilde tekrarlarken bazen de Kur’an’da genel olarak ifade edilmiş meseleleri ayrıntılarıyla ortaya koyar. Sünnet ile bazen Kur’an’ın kapalı bıraktığı hukuki meseleler açıklanırken bazen de Kur’an’da hiç bahsedilmeyen yeni hukuk normları meydana getirilir. Yeni hukuk normları meydana getirmesi itibariyle sünnet tek başına İslam hukukuna kaynaklık etmektedir.

1.1.3. İcma
       
     İcma, Hz. Peygamber’in vefatından sonraki herhangi bir çağda ve aynı dönemde yaşayan İslam hukukçularının hukuki bir mesele üzerinde görüş birliğine varmalarıdır. Kur’an-ı Kerim’de çeşitli ayetlerde ve Hz. Peygamber’in ‘’ümmetim dalalet üzerinde birleşmez’’ hadisi ile hukukçuların icmada bulunmalarına izin verilmiş olmakla birlikte icmanın temeli ilahi irade olmayıp hukukçuların hukuki bir mesele üzerine uzlaşmalarıdır. Ancak icma yapılırken mutlaka Kur’an ya da sünnete dayanılması gerekir ki bu sebeple icma, İslam hukukunun üçüncü asli kaynağını teşkil eder. İslam hukukçuları genel olarak sarih ve sükuti olmak üzere iki tür icmanın varlığını kabul etmektedirler. Sarih icma herhangi bir zamanda hayatta olan tüm İslam hukukçularının belli bir hukuki meselenin çözümünde söz ve davranışları ile aynı görüş üzerinde birleşmeleridir. Sükuti icma ise belli bir hukuki meselenin çözümü noktasında bir veya birkaç İslam hukukçusu görüş beyan ettikten sonra aynı çağda yaşayan ve meseleye vakıf olan diğer İslam hukukçularının bu görüşe katıldıklarını açık bir şekilde ifade etmemelerine rağmen itiraz da etmeyerek sessiz kalmalarıdır. İcmanın hukuki bir meselenin çözümü hususunda kaynak olarak kullanılabilmesi için o hukuki meselenin çözümlenmesi sırasında yaşayan bütün İslam hukukçularının ölmüş olması gerekir. Zira hukuki meselenin çözümlendiği esnada hayatta olan ve görüş beyan eden İslam hukukçularının yaşadıkları müddetçe görüşlerini değiştirmeye hakları olduğu gibi görüş beyan etmeyen İslam hukukçuların ise beyan edilen görüşlere itiraz etme olasılığı vardır. Dolayısıyla hukuki bir problemin çözümü noktasında oluşan icma, ancak bir sonraki kuşak için İslam hukukunun kaynağı olarak kabul edilebilir.

1.1.4. Kıyas

     İslam hukuku terimi olarak ise Kur’an, sünnet ve icmada hakkında hüküm bulunmayan bir meseleyi aralarındaki ortak gerekçeden dolayı hakkında hüküm bulunan başka bir meseleye benzetmeye ve asıl meseleye ait olan hükmü benze meseleye de uygulamaya verilen isimdir. Yani, hakkında hüküm bulunan bir mesele, hakkında hüküm bulunmayan bir mesele, mevcut bir hüküm ve her iki mesele arasında ortak bir gerekçe olmak üzere dört unsurun bir arada bulunması gerekir.  




2. İslam-Osmanlı Ceza Hukukunda Devlete İsyan Suçu
          
     İsyan teriminin İslam hukukundaki tam karşılığı ‘’bağy’’ kelimesi ile ifade edilmektedir. İsyan eden kimseye ise ‘’baği’’adı verilmekte olup, baği kelimesinin çoğulu ise ‘’buğat’’tır. Osmanlı ceza hukukunda ise bağy suçunun biri genel diğeri özel olmak üzere iki farklı anlamı vardır. Birincisi, devlet başkanına itaatten ayrılmadır. İkincisi, bir topluluğun, meşru devlet başkanını hal ederek yerine bir başkasını geçirmek, düzeni değiştirmek veya ülkeyi bölüşmek amacıyla ayaklanmasıdır.
     Devlete isyan suçu nitelik itibariyle siyasi suçlar kategorisine dahildir. Siyasi suçlular ayaklanama esnasındaki öldürme ve mala zarar verme gibi suçlardan sorumlu olmadığı halde devlet başkanı suçlarını affetmeyip ve kamu yararı gördüğü takdirde isyan ettikleri için kendilerini ta’zir cezasıyla cezalandırılabilir. Fakat Maliki, Şafii ve Hanbeli mezheplerine göre verilecek ta’zir cezası ölüm olmamalıdır. Hanefiler ise kamu yararı gereğince esirlerin ya da başka bir ifade ile siyasi suçluların öldürülebileceği kanaatindedirler.

2.1. Osmanlı Devleti’nde Devlete İsyan Suçu
        
     Osmanlı İmparatorluğu’nda devlete karşı meydana gelen isyanların önemli bir bölümü XVII. ve XVIII. Yüzyıllarda imparatorluğun idari, siyasi ve iktisadi alanlarında ortaya çıkan bozulmalardan kaynaklanmaktadır. Bu sebeple denilebilir ki bu yüzyıllarda henüz isyanlar ortaya çıkmamışken Osmanlı Devleti’nin idari düzeni temelinden sarsılmış ve sosyal çalkantılar alabildiğine devleti yıpratmaya başlamıştır. Öte yandan Osmanlı Devleti’nde devlete isyan suçunu işleyenler, isyanlarını dini meşruiyete dayandırmak için ya yetkili makamlardan fetva almaya çalışmışlar ya da din adamlarından bir kısmını kendi taraflarına çekmek için çabalamışlardır Asiler ya da isyanı bastıracak olan devlet güçleri birbiriyle olan mücadelede dini meşruiyeti artırmak için Hz. Peygamber’in soyundan gelen seyyid ya da şerifleri ve özellikle bunların başı olan nakibüleşraf’ı kendi saflarına katmak için ayrıca çaba harcamışlardır.
     Öte yandan Osmanlı Devleti’nde hukukçular; padişahın meşru emirlerine karşı yapılan her türlü itaatsizliği, kamu düzenini ve asayişini bozan her türlü başkaldırı ve memlekette idari anarşi çıkarma hareketlerini devlete isyan suçu kapsamında ele almışlar ve faillerin idamı için fetva vermişlerdir. Zira İslam ceza hukuku hükümleri çerçevesinde meşru devlet otoritesine karşı haksız yere başkaldıran ve kendilerine sunulan itaat tekliflerini de reddeden devlete isyan suçunun faillerinin katli caizdir.



2.1.1. Osmanlı Devleti’nde Başlıca İsyan Hareketleri ve Osmanlı’nın Bu İsyanlara Karşı Tutumu
       
     Osmanlı Devleti’nin klasik dönemde görülen isyan hareketlerini; ulema isyanları, celali isyanlar, suhte isyanlar ve yeniçeri isyanları olarak dört gruba ayırabiliriz.

Ulema İsyanları: 
     
     Ulema isyanları içerisinde en meşhur olanı şüphesiz ki Şeyh Bedreddin İsyanıdır. Önemli bir fıkıh alimi ve İslam hukukçusu olmakla birlikte fikirleri geliştikçe İslam esaslarından ayrılarak Müslüman-Hristiyan-Yahudi ayrılığını ortadan kaldıran ve bazı sosyalist kurallar içeren daha serbest bir dünya görüşü benimsemişti. Yoğun bir propaganda faaliyetlerinden sonra kısa zamanda çevresinde geniş bir mürid ve sempatizan kitlesi toplanmış. İsyan büyüyünce Çelebi Sultan Mehmed, Şeyh Bedrettin’in üzerine kuvvet göndererek şeyhin adamlarını dağıtıp kendisini esir ederek Serez’de bulunan Çelebi Sultan Mehmet’in huzuruna götürmüşlerdir. Sultan I. Mehmet ilim adamlarından bir heyet kurulmasını emretmiş ve padişahın emriyle kurulan bu heyet tarafından, Şeyh’in görüş ve faaliyetlerinin İslam dininin temel hükümleriyle bağdaşmayıp isyan olarak kabul edildiğine, malı ve ailesi korunmak şartıyla kendisinin idam edilmesi gerektiğine hükmedilmesi üzerine Şeyh Bedreddin 1420 senesinde Serez’de idam edilmiştir. Şeyh Bedreddin’in idam edilmeden önce yargılanarak ulemadan fetva alınması, ailesine dokunulmayarak servetinin de müsadere dışı bırakılması İslam Ceza Hukuku kurallarına uyulduğunun göstergesidi
 
Celali İsyanları:

      XVI. ve XVII. yüzyıllarda Anadolu’da meydan gelen ve celâlî isyanları adı verilen küçük ya da büyük çapta yüzlerce ayaklanma mevcut olmakla birlikte ilk büyük Celâlî isyanı ise Sultan III. Mehmed döneminde Karayazıcı Abdülhalim önderliğinde ortaya çıkmıştır. Halim Şah unvanıyla Anadolu’da saltanatını ilan eden Karayazıcı Abdülhalim, uzun süren Osmanlı-Avusturya savaşları (1592-1606) sebebiyle Anadolu’da kamu düzeninin bozulduğu yıllarda Sivas’a bağlı sancaklardan birinde bir sancak beyinin yerine vekil olarak tayin edilmiş ve sonrasında ise vekâleten atandığı sancak bir başkasına verildiği halde sancağı terk etmediği gibi sancağı teslim almaya gelen beyi de öldürerek Osmanlı’ya karşı isyan bayrağını çekmiştir.  Karayazıcı isyanını bastırmak ve bölgede sükûneti sağlamak üzere serdar olarak tayin edilen Sinan Paşazâde Mehmed Paşa, Urfa’yı zapt ederek hükümdarlığını ilan eden ve etrafa ‘‘Halim Şah muzaffer-bâdâ’’ tuğralı fermanlar gönderen Karayazıcı’nın üzerine yürümüştür. Karayazıcı, Mehmed Paşa’nın isyanı bastırmada muvaffak olamaması sebebiyle 20000 kişilik bir kuvvet ile üzerine gönderilen Hacı İbrahim Paşa‘yı da Kayseri civarında bozguna uğratmışsa da Elbistan taraflarında Bağdat Valisi Sokulluzâde Hasan Paşa ile yaptığı savaşı kaybetmiş ve kaçarak Canik dağlarına sığınmıştır.
      Osmanlı Devleti’nin Celâlî isyanlarında asîlere karşı takındığı tavır ise onlarla savaşmak şeklinde zuhur etmiştir. Bu da İslam-Osmanlı ceza hukuku kurallarına uygun bir hareket tarzıdır. Osmanlı Devleti’nde de Celâlîler üzerine gönderilen askerlere şevk vermek, bunları menfî propagandadan uzak tutmak ve halkın da desteğini sağlamak amacıyla fetva makamı tarafından Celâlîlik ‘‘hurûc ale’s-sultan’’ ve ‘‘sa’y bi’l-fesâd’’ şeklinde değerlendirilmiş ve isyancıların Osmanlı padişahının emriyle katledilebileceğine dair fetvalar verilmiştir.



Suhte İsyanlar:
      
      XVI. yüzyıl Osmanlı Devleti’nde her eğitim kurumunun olduğu gibi medreselerinde yönetim ve harcamaları vakıflar aracılığı ile yapılmakta ve arkasında vakıf desteği olmadan medresenin ayakta kalması mümkün olmamaktaydı. Vakıflar yalnızca medreselerin eğitim giderlerini karşılamakla kalmamışlar aynı zamanda buralarda tahsil gören öğrencilerin barınma, beslenme ve burs giderlerini de karşılamışlardır. Bu ise medrese eğitimini daha da cazip hale getirmiş ve kırsal kesimlerde geçim sıkıntısı çeken birçok ailenin henüz yetişme çağındaki çocuklarını medreselere göndermesine yol açmıştır356. Bu gençlerden bir kısmının okumaktan ziyade sığınmak amacıyla medreselere doluşmuş olmalarından dolayı medreseler, aynı zamanda işsiz güçsüzlerin de geçim yeri haline gelmiştir357. Böylece meydana gelen huzursuzluk ve kargaşa ortamından faydalanan bir kısım medrese öğrencisi, medreseli olmanın ve medreselerde beraber yatıp kalkmanın da verdiği dayanışma ruhu ile küçük gruplar ve hatta bölükler halinde teşkilatlanmak suretiyle köy ve mahalleleri basıp her türlü ahlâksızlığı yapmaya ve halktan haraç toplamaya başlamışlardır358. Müderris ve kadı gibi ulemadan olan bazı kişilerin de gizli ya da açıktan desteği ile iyice artan suhte isyanları uzun süren Osmanlı-Avusturya savaşları sırasında farklı bir boyut kazanarak Celâlî isyanlarıyla birleşmiştir. Suhte isyanlarını önleyerek medreselere yeniden aslî fonksiyonlarını kazandırmak için Osmanlı Devleti’nde pek çok hüküm, ferman ve nizamnâme yayınlanmış ve medreselerde derslere devamın sağlanarak müfredatın takip edilmesi amacıyla bir dizi ıslahat yapılmıştır360. Diğer taraftan devam eden suhte ayaklanmalarının bastırılması için sancak beylerine ya da kadılara gönderilen hükümlerde meselenin şeriat ve kanun dâhilinde ele alınması istenmiş, eşkiyalığın önüne geçilmesi için her türlü askeri tedbirin alınması da talep ve rica edilmiştir361. Bu kapsamda sancak beyi ve kadılara gönderilen beyannamelerde, suhte ayaklanmalarının şeriat ve kanun dâhilinde ele alınarak çözülmesi istenmiş olması konumuz açısından önem arz etmektedir. Dolayısıyla buradan hareketle suhte isyanların bastırılması noktasında İslam ceza hukuku kurallarına riayet edildiğini söyleyebiliriz.
 
Yeniçeri İsyanları:

     Yeniçeri isyanlarında rol oynayan en önemli vak’a, onların siyasete girmeleridir. Öyle ki, sevdikleri şehzadelerin haklarını müdafaa ve kanlarını dava etmek için bile isyan etmişlerdir. Nitekim Kanuni Sultan Süleyman’ın 1553 senesinde İran seferine giderken Şehzade Mustafa’yı Konya Ereğlisi’nde katlettirmesinde parmağı olan Rüstem Paşa’nın azlini isyanla sağladıktan sonra Şehzade Bayezid vak’ası sırasında muhafız olarak taşraya gönderilmeye başlanmışlardır. Yeniçeri Ocağı’ndaki yozlaşma ve bozulmalar Sultan III. Murad ve Sultan III. Mehmed dönemlerinde daha da hızlanmış ve Anadolu’da yeniçeri zulümleri iyice artmıştır.  Sultan II. Osman’ın mağlubiyetle sonuçlanan Hotin seferinden dönüşte bu ocağı kaldırmayı düşündüğünü açıkça beyan etmesi ile yeniçeriler isyanlarını padişahı katletmeye kadar vardırmışlardır. Yeniçeri Ocağı’ndaki yozlaşma ve bozulmalar, adaletnamelerle giderilmek istenmişse de bu etkili sonuç vermemiş, asker sayısını azaltarak yeniçerileri disiplin altına alma fikri de Üsküdar’da çıkan Gürcü Abdünnebi İsyanı ile rafa kaldırılmış ve ocağa halk arasından yeni kayıtlar yapılmasına ihtiyaç duyulmuştur381. Öte yandan hazinedeki müzayakanın bir türlü engellenememesi sebebiyle Sultan IV. Mehmed’in cülûsu için müsadere yolu ile para tedarik edilmiştir. Bu sırada yeniçeriler ise sipahilerle aralarındaki mücadeleyi kazanarak saray ve devlet işlerinde tek hâkim olmuşlardır ki bu, Abaza Hasan Paşa İsyanını hazırlayan en büyük etkenlerden biri olmuştur. Sultan II. Osman’ın katledilmesinde, Sultan I. Mustafa’nın cülûsundan hal’ine kadar geçen hadiselerde, Sultan İbrahim’in son bir senesi ile oğlu Sultan IV. Mehmed’in saltanatının ilk sekiz senesi içindeki iç olayların hepsinde yeniçerilerin kazan kaldırdığı görülmektedir.
   
     Yeniçeri isyanları sonucu önceki padişahın hal’ edilmesi üzerine tahta çıkan padişahlar, iktidarlarının ilk dönemlerinde hareketsiz ve etkisiz kalmakla birlikte, bir yandan da iktidarın ortak kabul etmeyeceği prensibinden hareketle kendisini tahta çıkaranların tahakkümünden kurtulmanın yollarını araştırmışlardır. Bu kapsamda yeni padişahlar, bir yandan yaptıkları atamalarla devlet yönetimi üzerinde kendi otoritelerini tesis ederlerken, diğer taraftan sipahi ya da yeniçerileri kendi taraflarına çekmişlerdir. Böylelikle devlet üzerinde kendi hâkimiyetini tesis eden yeni padişahlar, bir anlamda iktidarlarını borçlu oldukları isyancıları ortadan kaldırma hususunda, halkın desteğini de arkalarına alarak tereddüt dahi göstermemişlerdir.

-----------------------------------------

1. Akman, Mehmet; ‘‘Önceki Hukukumuzda İsyan Suçu’’, Hukuk Araştırmaları, c. 9, sy. 1-3, 1995, ss. 203-222.

2. Aydın, Mehmet Akif; Türk Hukuk Tarihi, İstanbul: Beta Yayıncılık, 2014.

3. Aydın, Mehmet Akif; ‘‘Ceza’’, DİA, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, VII, 1993, s. 478-482.

4. Bardakoğlu, Ali; ‘‘Ceza’’, DİA, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, VII, 1993, ss. 470-478.

5. Barkan, Ömer Lütfi; ‘‘Kanun-name’’, MEBİA, İstanbul: Milli Eğitim Basımevi, VI,1993, ss185-196.

6. Cin, Halil ve Akyılmaz, Gül; Türk Hukuk Tarihi, Konya: Sayram Yayınları, 2014.

7. Fendoğlu, Hasan Tahsin; Türk Hukuk Tarihi, İstanbul: Filiz Kitabevi, 2000.

8. İlgürel, Mücteba; ‘‘Celâlî İsyanları’’, DİA, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları,VII, 1993, ss. 
252-257.

9. Çevik, Naci, ‘’ Klasik Dönem Osmanlı Ceza Hukukunda Devlete İsyan Suçu’’ , Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi, Yüksek Lisans Tezi, Samsun 2015.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Osmanlı Hukukunda Evlenme ve Boşanma

1.       İSLAM’DA EVLENME VE NİŞANLANMA    İslam aile hukuku genel olarak ‘’ahval-i şahsiye’’ –yani şahısların hukuki varlıklarıyla ilgili olan hukuki halleridir- diye ifade edilmektedir. Bu ‘’ahval-i şahsiye’’ deyiminin ise anlam yelpazesi oldukça genişti.  Evlenme, velayet, boşanma vs. gibi konuları içinde barındırırdı. İslam hukukunda evlenmeyi ifade etmek için kullanılan terim ‘’nikah’’ idi. Kelime anlamı ise cinsi münasebet idi. Nikah ise bu cinsi münasebeti meşru kılıyordu. İslamiyet’te evlenmenin klasik tarifi ise erkeğin yanında duran bir tarifti. Şöyle ki Roma hukukundan bu yana evlenmek, karı koca arasında hayat ortaklığını ifade ederdi. Fakat kilise bu yorumu yani evlenmeyi, eşlerden, her birine diğerinin vücudundan faydalanma hakkı olarak değiştirmişti. Klasik İslam evlenme tarifi de işte böyleydi. Hatta İslam’da kadının erkeğin vücudu üzerinde herhangi bir hakka sahip olması söz konusu bile değildi. Bu anlayış yalnızca Hanefi mezhebin...

Ali Şükrü ve Topal Osman Olayı I

       Ali Şükrü Bey ve Giresunlu Osman (Topal) Ağa. Biri TBMM’nin içerisindeki İkinci Grubun önemli sözcüsü ve sert muhalifi diğeri ise Mustafa Kemal Paşa’nın Koruma Birliği Komutanı. Lozan’ın kesintiye uğradığı ve Meclis’te sert tartışmaların yaşandığı 1923 yılının Mart ayında, Ali Şükrü Bey’in aniden ortadan kaybolması yaşanan tartışmaları daha da körüklemişti. Olay, Ali Şükrü Bey’in 27 Mart 1923 tarihinde Meclis’e gitmek için evinden çıkması ve bir daha eve dönmemesiyle başlamıştı.      İkinci Grubun önemli sözcüsü kaybolmuştu ve bunu ilk fark eden ise, kardeşi Bahriye Daire Reisi Yarbay Şevket Bey olmuş ve icâleten Başvekil Rauf Bey’e bildirmişti. Şevket Bey, Ali Şükrü Bey’in en son Karaoğlan Çarşısı köşesindeki Kuyulu Kahve’de otururken, yanına gelen Topal Osman Ağa’nın Muhafız Bölük Kumandanı Mustafa Kaptan’la birlikte gittiklerinin görüldüğü bilgisini vermişti. Rauf Bey aralarındaki konuşmayı ise anılarına şöyle yazmıştı: ’’Lozan’da müza...

Oryantalizm Üzerine III

3.Alexander William Kinglake’in Seyahatnemesi 3.1. Doğu’ya Bakışı      Alexander William Kinglake, 1844 yılında Eothen adlı seyahatnamesini yazmıştı. Bu Seyahatnamesini besleyen şey ise ‘’Doğu’’ya yapmış olduğu seyahat idi. Burada görmüş olduğu günyayı figüratif bir şekilde anlatmayı tercih etmişti.      İngiltere’den çıkıp İstanbul’a gelen Alexander William Kinglake’nin seyahat güzergahı ise şöyleydi: ‘’Truva, İzmir, Anadolu Toprakları, Şam, Gaza, Kudüs gibi daha çok Osmanlı topraklarını kapsıyordu. İşte buralara yaptığı yolculuk anılarını ‘’Eothen’’ adlı seyahatnamesinde toplamıştı. Bu yolculuk bir nevi hem zorunluluktu hem de merak meselesiydi. Öyle ki o dönemde Avrupa’da önemli bir yer edinmiş erkeklerin en az bir kez Doğu seyahati yapması alışıldık bir durumdu. Schiffer’in verdiği bilgilere göre Viktorya döneminde İngiliz seyyahlarının büyük çoğunluğu yukarı orta tabaka insanlarından oluştuğu doğrultusundaydı.    ...